Magazin bültenlerinde galaları gözümüze sokulan filmlere oldum olası antipatim vardır.
Ama daha fazla sabredemedim bugün Kelebeğin Rüyası ' nı izledim.
Yılmaz Erdoğan ya da Kıvanç Tatlıtuğ düşkünü değilim sadece filmin hayallerine ulaşamadan ölen iki şairin hikayesini anlatması ve Zonguldak' ta geçmesi beni kendine çekti.
Şiiri, hem okumayı hem dinlemeyi çok severim, yazardım da çok eskiden... Zonguldak' ı da görüp gezmişliğim vardır, kömür ocaklarını da bizzat gidip görmüştüm.
Peki film izlenmeye değer mi? Ne beklediğinize ne istediğinize göre değişir. Bi kere filmde Zonguldak' ın görsel zenginlikleri sonuna kadar kullanılmış. Gözalıcı yeşillikler ve deniz manzaraları Kıvanç ve Belçim ' in seyredilesi mizaçlarıyla birleşmiş, çoğu zaman hikaye durgunlaşsa da bu yüzden gözlerimi perdeden alamadım.
Şiirden, melankolizmden hoşlanıyorsanız filmin acıklı hikayesi sizi içine alacaktır.
İzlemeyenler için çok ayrıntılı anlatmak istemiyorum. Ama verem hastası olup da sırf tıbbi imkanlar kısıtlı olduğu için ölüme mahkum edilen, yazarak ya da aşkları için hayata tutunan Muzaffer ve Rüştü' nün hikayesi filmin sonunda birkaç damla yaş olarak tesir etti bana.
Bütün başrol oyuncuları mükemmel oynamış, bu konuda kimsenin olumsuz eleştiri yapmaya hakkı yok bence. Bundan başka 1940' lı yıllardaki yaşam ne güzel canlandırılmış, Zonguldak-Devrek sokakları ne güzel düzenlenmiş film için hayretler içinde kaldım.
Kısacası durgun bi öykü, aksiyon bekliyorsanız boşuna para vermeyin.
Ama...
güzel oyunculuklar seyredeyim,
Bir- iki güzel mısra dinleyim, ruhum okşansın,
Kıvanç' ın zayıflıktan sopaya dönmüş halini göreyim,
Belçim' in harika- vintage elbiselerini göreyim,
Orjinal bir hikaye izleyim diyorsanız durmayın izleyin.
1 yorum:
hiç tarzım olmayan bir filmmiş gitmeyeceğim anlaşıldı eğlence seviyorum fazlasıyla galibaaaa:)
Yorum Gönder
Yazmadan gitmeyin :)